YOZ MÜZİKLE YOZ KAFA [Günay Tulun]


Konuya bu tür bir yazıyla değil de farklı yönden ele alan bir yazıyla girmek isterdim. Az önce gerçek bir müzisyenin "Türkiye de gerileyen müzik kültürü"nden dert yanan feryadını okuyunca, kendimi, bayramda tanığı olduğum bir olayı anlatmak zorunda hissettim.

Ülke çapında yozlaşan, yalnızca "din, ahlak, bilim, eğitim, siyaset, dil ve tarih kültürü, millî duygular, vatan sevgisi" gibi değerler değil. Sanat da bu yozlaşanlar arasında... Örneğin; iktidarın hışmını çekenler sırasında başı çeken dans ve baleden hiç söz etmeden sinema-tiyatro, resim, heykel, edebiyat, mimari diye saymaya başlayabilirim. En uygun yere de müziği yerleştirerek!

Ülkemiz insanının müzik zevki her gün biraz daha kötüye gidiyor. Allah'tan ki, eski eserler yerli yerinde... Yoksa iş, içinden çıkılmaz bir hâl alacak. Sırf o eserlerin hatırına, müzik kültürümüzü de işin içine katarak genelleme yapmadım.

Bu konuda herkes gençleri suçluyor. İyi de gençler ne yapsın?
Müzik diye önlerine konan acayipliklerle yetişiyorlar.
Doğal olarak, zevkleri de önlerine konan pespayelikten farklı olamıyor.

Âdettir ya, kendimden ve kendi zamanımdan örnek vereyim.
Bugün herkesin sıradan gördüğü muhteşem devlet okullarında, muhteşem öğretmenlerin öğrencisi olma şerefine eriştim. İlkokul öğretmenlerimiz, müzik konusundaki ilk bilgileri anlayacağımız şekilde verdi. Ortaokul öğretmenimiz rahmetli Ayhan Şenyuva Hanım'dı. Akses, Kodallı, Saygun, Tüzün, Bach, Mozart, Schubert, Schumann, Wagner ve başkalarını da öğretti. "Sanat ya da Halk" diye ayırmaksızın Türk Müziği eserlerini de öğreniyorduk. Diğer okullardaki durum da aynıydı. Aida’dan, İnci Avcıları’ndan, Carmen’den Türkçe'ye çevrilmiş parçaları notalarıyla söyleyebilirdik. Büyük bestecilerin yaşamını da eserlerinin neler olduğunu da bilirdik. Bu bilgiler, liseye gittiğimizde daha da derinleşip daha da çeşitlendi. Hem de haftada ancak bir saat süren dersler sayesinde...

Az sayıdaki radyo istasyonlarımızdaysa her türlü müziği dinlerdik.
Klasikler dışında, örneğin, “Hafif Batı Müziği” denen türü de...
Radyoevleri, bugünkü gibi değildi. Müzik cahili DJ'leri radyonun kapısından sokmazlardı. Arman, Buri, Çaplı, Ebcioğlu, Önal, Sporel o yıllarda akla ilk gelen isimlerdi. Dünyanın en ünlü orkestralarıyla sanatçıları ülkemize gelir; konserler verir, programlar yapar, hatta birçoğu yıllarca ülkemizde kalırdı. Çok sayıda olmasa da sanatçılarımızın bu türde besteledikleri eserler yabancılar tarafından da okunur, hatta ülkelerinde listelere girerdi. Tangolarımız, Arjantin tangoları kadar güzel ama onlarınkinden daha anlamlıydı. Napolitenlere türkülerimiz kadar yakındık. Birçoğu Türkçe sözlerle okunurdu. Hangi birini anlatayım, öylesine çok örnek var ki!..

Neyse sözü uzatmayayım. Şimdi de bir takım tipler ortaya çıkmış, elektronik “tıs çıs dam” sesini sürekli çıkaran aygıtlarla müziği katlediyorlar. Bir de edalarını görseniz, sanki notaları kenşfeden onlarmış gibi…

Bayramda böyle birini tanıdım. Devlet Senfoni Orkestrası’ndan bir kompozitörün romantik bir eserinin tanıtım kaydını; tek mezür dinlemeyi bile tamamlamadan, yalnızca iki notayı evet aynen yazıyorum, iki notasını duyduktan sonra saygısız bir ifadeyle “Basit!” diye niteleyip bir yana bıraktı. Hareket toplum içinde yapıldığı için dikkatimi çekti. Bana; özellikle tasarlanmış ve kendisine birtakım payeler yüklemek için yapılmış gibi geldi. Hadi bu saygısızlığı anlayıp hoş gördüm diyelim. İyi de söylediği basitlik neye göre? "Lanse etmeye çalıştığı bence haddinden fazla çirkin türe mi? Klasik ya da barok müziğe mi? Fado, balat, şanson, napoliten ya da türküye göre mi?" Bu konuda bizleri, derin (!) bilgisinden mahrum bıraktı.
Keşke aydınlatsaydı.

Belli ki, dünyanın en güzel müzik eserlerinin, modülasyon dışında pek fazla oynama yapılmadan bestelenen eserler arasından çıktığından da haberi yoktu.

Bir dönem, bir üniversite tezine yardım ettiğim için hayatları ve müzik anlayışları hakkında geniş çaplı araştırma yaptığım; Beethoven, Mozart, Bach ve benzerleri gibi üstün nitelikli sanatçılar bile iki notayı duymakla bir müzik eseri hakkında fikir yürütmemiş, eleştiri yapmamışlar.

Bu tür figürleri saçan birinin müziği, mutlaka "son derece komplike ve son derece kaliteli olmalı" diye düşünüp, "nerede dinleyebileceğimi" sordum. Müsait bir zamanda da verdiği adrese girip dinledim. Onun düştüğü saygısızlık yanlışına düşmeden, büyük sabır içinde, müzik diye lanse etmeye çalıştığı şeyi dinledim. Haksızlık etmemek için bir kez daha dinledim.
Sonuç: Müziğin bu denli kirletilebileceğini hiç düşünmemiştim. Hani Diyarbakırlının öyküsündeki gibi “müzik müzik olalı böyle katledilmemiş”ti.

Konuya yakın bir eski yazımda şunları söylemişim: “... Gençlerin nasıl zehirlendiğini sanıyorsunuz. Kabahatin büyüğü; sanal medyada kendi reklamını yapanların paylaştığı bu tür yoz ve vasıfsız müziğe takiye yorumlar yazıp 'beğen tuşu'nu basa basa yalama yapan hatır gönül tacirlerinde… Bunu görenler de bir halt sanıyor. Müzikle uğraşan herkese, müzik yayını yapan her birime, disk jokey çalıştıran her işletmeye ve tabii ki müzik öğretmenlerine büyük görev düşüyor. Bu konuda hemen gençleri karalayıp işin içinden sıyrılmaya çalışacağınıza elinizi taşın altına sokup, ülkedeki müzik kültürünü hiç olmazsa eski düzeyine yükseltin."

Evet, yükseltin!
Yoksa bu gidişle bugünleri bile arayacağız.
Ne dersiniz?